22 Temmuz 2007 Pazar

Buy Organic Without Breaking the Bank

By Kelli B. Grant Kelli B. Grant Archive
Published: July 16, 2007

ORGANIC FOODS MAY be healthier for you, but they can have a sickening effect on your wallet.

Produced without pesticides and other chemicals, organic produce, meat and dairy products can cost 50% to 100% more than their conventional counterparts, says Urvashi Rangan, a senior scientist and policy analyst with Consumer Reports' Greener Choices. Despite those mark-ups, studies touting the health and environmental benefits of organic foods have made them more popular than ever before. More than 70% of consumers have at least one organic product on their shopping list, according to market research firm Hartman Group.

Here are five tips for going organic for less:

Set some priorities

You'll get the most bang for your buck by buying organic apples, beef and spinach. That's because the conventional counterparts to these foods are laden with pesticides and potentially harmful additives (see chart below). Produce like papayas, bananas and broccoli require less pesticide to grow, thereby retaining little to no residue after washing. (The peels on bananas and other tropical fruits further reduce your exposure).

Also, read the label. Seafood, cosmetics and cleaning products can be labeled "organic" without having to face the same requirements that the USDA imposes on vegetables and meat. "There is no system, no real oversight," warns Kimberly Stewart, the author of "Eating Between the Lines: The Supermarket Shopper's Guide to the Truth Behind Food Labels." You'll pay premium prices with no guarantees.

Should You Buy Organic?

(per category)

Fruits
Worth It:

Apples, cherries, grapes, pears, berries, peaches, nectarines, plums
Not Worth It:

Bananas, kiwi, mangoes, papaya, pineapples, oranges

Vegetables
Worth It:
Celery, potatoes, spinach, bell peppers, lettuce, tomatoes, green beans
Not Worth It:

Asparagus, avocados, Brussels sprouts, broccoli, cauliflower, sweet corn, onions, sweet peas

Meat/Dairy
Worth It:

Beef, pork, poultry, eggs and dairy
Not Worth It:

Seafood

Other
Worth It:

Baby food
Not Worth It:

Processed food (chips, pasta, etc.), cleaning products, cosmetics

* Data from "Eating Between the Lines," Environmental Working Group and Consumer Reports.
Consider your alternatives


Prices on organic meats, eggs and dairy products can be some of the most exorbitant. The culprit: A lack of the organic feed for the animals, says Stewart. So if you can't stomach prices for organics, consider antibiotic- or hormone-free foods. While the animals may have eaten regular feed, they meet the other half of organic requirements — no hormones or antibiotics. At online grocer FreshDirect, a half-gallon of Horizon organic milk is $3.99, while the same size Farmland antibiotic-free milk is $2.19.

Organic goes on sale, too

Conventional discount shopping wisdom also applies to organic goods. Grocery stores frequently put organic foods on sale, so keep an eye out for coupons or discounts advertised in their circulars. Shop Rite's July 15-21 circular, for example, touts organic bananas for 69 cents per pound (the same price as conventional ones) and organic Stonyfield Yogurt at 10 for $6.99 (a break of 19 cents each off the usual price of 89 cents).
Also, buy fruits and veggies that are in season. Pricing becomes much more competitive during those times. At Whole Foods, a six-ounce container of raspberries is currently $3.49 whether you go organic or not. Meanwhile, a 16-ounce container of conventional strawberries is $2.99; for organic, just 50 cents more.

Turn to local farmers

Your local farmers' market can be a great place to buy organic food. That's because a combination of seasonality and competition helps keep prices down, says Rangan. At New York's famous Union Square Greenmarket, organic and conventional tomatoes were both recently $1.50 per pound.

Another option: community-supported agriculture programs, or CSAs. For a fee, you'll be supplied with fresh, organic produce on a weekly basis throughout the growing season. Quiet Creek Farm in Kutztown, Pa., for example, charges $600, or roughly $23 per week, for enough produce to feed three to four people. Depending on the week, you might get broccoli, peppers, zucchini, melons, strawberries, herbs or any of the other 40-plus organic items the farm produces. (To find a CSA near you, click here or here.)

Consider generics

Supermarket chain Meijer has Meijer Organics, Giant Eagle has Nature's Basket and Publix has GreenWise Market. Many supermarkets are adding organic lines to their private labels, a move that allows shoppers to buy organic at significant discounts over big-name brands, says Teri Gault, founder of The Grocery Game, a program that helps consumers match manufacturers' coupons with store sales. At Safeway, a 20-ounce bottle of store-brand O Organics ketchup is $2.45, a steal compared with the 15-ounce bottle of Heinz Organic at $3.79. Considering price per ounce, you'll save 49%.

4 Mayıs 2007 Cuma

Acil bir enerji devrimi şart

Fidel Castro

“Devlet Başkanı Fidel Castro’nun düşünceleri” alt başlığıyla yayınlanan makale, doymak bilmez iştahıyla dünya imparatoru ABD'nin biyoyakıt macerasının dünya halklarının açlığa mahkum etme tehlikesini bir kez daha vurguluyor. Makalenin çevirisini yayınlıyoruz.

Birkaç Brezilyalının kamouyunu, eskiden beri Küba dostu olanların bile kafasını karıştırabilecek düzeyde türlü türlü argüman bombardına tutmasına karşın, Brezilya’ya karşı herhangi bir olumsuz düşünce beslemiyorum. Bu ülkenin parasal gelirine zarar verecek kadar dikkatsiz ve umursamaz gözüküyor olabiliriz. Ancak, bu konuda sessiz kalmak Brezilya halkı için bir dünya trajedisi ve çıkar arasında seçim yapmak anlamına gelecekti.

Lula’yı ve Brezilyalıları türümüze hükmedegelmiş nesnel yasalar nedeniyle suçlamıyorum. İnsanların bu gün adına medeniyet dediğimiz şeyin üzerine ilk silinmez izlerini bırakmalarının üzerinden 7.000 yıl geçti. İlerlemeler aynı zamanda ya da aynı coğrafi enlemde gerçekleşmedi. Denilebilir ki gezegenimizin büyüklüğü nedeniyle, bir medeniyet başka medeniyetlerin varlığından habersizdi. İnsanlık binlerce yıl boyunca Sao Paulo ya da Mexico City gibi 20 milyon nüfuslu şehirlerde ya da Paris, Madrid, Berlin gibi saatte 450 km hızla giden trenlerin bulunduğu kentsel yerleşimlerde yaşamamıştı.

Kristof Kolomb zamanında, yaklaşık 500 yıl önce, bu şehirlerden bazıları yoktu, bazılarınınsa nüfusu birkaç onbini geçmiyordu. Hiç kimse evini aydınlatmak için kilovat cinsinden enerji sarfetmiyordu. Dünyanın o zamanlarki muhtemel nüfusu 500 milyon civarındaydı. 1830 yılında bu nüfusun bir milyar sınırını geçtiğini biliyoruz. Bu rakam 130 yıl sonra üç katına çıktı, bundan 46 yıl sonra yani bugün, gezegende yaşayan insan sayısı 6,5 milyara çıkmış durumda. Son derece büyük bir kısmı yoksul olan bu nüfus, gıda ürünlerini evcil hayvanlarla ve bundan böyle de biyoyakıtlarla paylaşmak durumunda.

1960’ta insanlık bilgisayar ve iletişim araçlarında bugün sahip olduğumuz ilerlemelere sahip olmasa da savunmasız sivil nüfusa karşı vahşi bir terör saldırısı olarak ve tamamen politik nedenlerle ilk atom bombaları çoktan patlatılmıştı.

Bugün dünyada, 50 kat daha güçlü onbinlerce nükleer bomba ve onları taşıyacak sesten hızlı ve son derece hassas uçaklar var. Gelişkin türümüz bunlarla kendisini yok edebilir. Faşizme karşı halkların mücadelesiyle kazanılan 2. Dünya Savaşı’nın sonunda yeni bir güç ortaya çıktı ve dünyayı hakimiyeti altına alarak şu an yaşamakta olduğumuz mutlakiyetçi ve zalim düzeni empoze etti.

İmparatorluğun lideri Bush, Brezilya gezisinden önce mısır ve diğer gıda ürünlerinin biyoyakıt üretmek için uygun birer hammadde olduğuna karar verdi. Lula da Brezilya’nın şeker kamışından yeteri kadar biyoyakıt sağlayabileceğini ifade etti. Lula bu formülde Üçüncü Dünyanın geleceği için bir imkan gördü ve ona göre geriye bir tek şeker kamışı işçilerinin yaşam koşullarını iyileştirme sorunu kalıyordu. Brezilyalı lider ABD’nin de bunun karşılığında gümrük vergilerini ve etanol ihracatını etkileyen sübvansiyonları kaldırması gerektiğini belirtti.

Bush, dünyanın mısırdan etanol üreten ilk ülkesi olan ABD’de gümrük vergileri ve üretici sübvansiyonlarının dokunulmaz olduğu yanıtını verdi.

Sektöre her yıl artan bir hızla milyarlarca dolar yatıran büyük çokuluslu şirketler imparatorluk liderinden ABD pazarında her yıl en az 120 milyar litre etanol dağıtılmasını talep ettiler. Koruyucu gümrük tarifeleri ve gerçek sübvansiyonlarla bu rakam yılda neredeyse 400 milyar litreyi bulacak.

Doymak bilmez iştahıyla imparatorluk, “dünyanın en büyük enerji tüketicisini hidrokarbon bağımlılığından kurtarmak için biyoyakıt üretimi” sloganını devreye soktu.

Tarih, şekerin tek ürün haline gelmesi sürecinin Afrikalıların köleleştirilmesi, ait oldukları topluluklarından sökülüp Küba’ya, Haiti’ye ve diğer Karayip adalarına getirilmesi süreciyle yakından ilişkili olduğunu gösteriyor. Brezilya’da da şeker kamışı ekimiyle bu sürecin tıpkısı yaşandı.

Bugün Brezilya’da şeker kamışının yüzde 80’i elle toplanıyor. Brezilyalı araştırmacıların çalışmaları, parça başı ücret alan bir şeker kamışı işçisinin, temel ihtiyaçlarını karşılamak için en az 12 ton şeker kamışı toplaması gerektiğini gösteriyor. Bu işçi bu sırada bacaklarıyla 36.630 kasılma hareketi yapmak ve sırtında 15 kilo şekerkamışıyla 800 tur atıp, 8.800 metre yürümek zorunda. Bu işçi her gün ortalama 8 litre su kaybediyor. Böyle bir verimlilik sadece şeker kamışı yakılarak elde edilebiliyor. Elle veya makineyle toplanan kamışlar insanları zehirli ısırıklardan korumak ve özellikle de üretkenliği arttırmak için yakılıyor. Normalde bir iş günü sabah 8:00’den akşam 5:00’e kadar sürse de, bu tür parça başı işler günde 12 saate kadar çıkabiliyor. Şeker tarlalarında sıcaklık bazen 45 santigrad dereceye çıkabiliyor.

Ülkedeki diğer birçok yönetici yoldaş gibi ben de bir kez ahlaki bir görev olarak şeker kamışı topladım.1969 yılının Ağustos’uydu. Başkente yakın bir bölge seçtim. Hergün oraya gittim. Yanmış kamış değil, eski bir tür olan ve bolca mahsul veren yeşil kamış vardı. Dört saat boyunca durmadan çalışıyordum. Bir başkası da orağı biliyordu. Günde en az 3-4 ton topluyordum. Ardından bir duş alıyor, sakince bir şeyler atıştırıyor ve yakında bir yerlerde dinleniyordum. Meşhur 1970 hasatında çok kupon kazandım. O zamanlar 44 yaşındaydım. Uyku vaktine kadarki zamanımda devrimci görevlerimde çalışıyordum. Sol ayağımı sakatlayınca bu işe devam edemedim. Keskin orak botlarımı ve ayağımı kesmişti. Ulusal hedefimiz 10 milyon ton şeker ve yan ürün olarak yaklaşık 4 milyon ton pekmez elde etmekti. Bu hedefe asla ulaşamadık ama oldukça yaklaştık.

SSCB yıkılmamıştı. Bu imkansız görünüyordu. Bizi hayatta kalma mücadelesine ve doğal sonucu yolsuzluk olan ekonomik eşitsizliklere götüren Özel Dönem henüz başlamamıştı. Emperyalizm devrimi bitirme vaktinin geldiğine inanıyordu. Şunu da kabul etmeliyiz ki bu müreffeh yıllarda kaynakları bolca tükettik. Kahramanlık sürecimize eşlik eden düşlerimiz, idealist ruhumuzu kabartmaya devam ediyordu.

ABD’deki büyük tarımsal üretim mısır, buğday gibi tahıllar, soya, fasulye gibi bitkilerle dönüşümlü ekim yoluyla sağlanıyordu. Bu, toprağa azot ve organik madde sağlıyordu. BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre ABD’nin 2005 yılındaki tahıl üretimi hektar başına 9,3 tondu.

Brezilya’da benzer bir topraktan sadece 3 ton tahıl çıkartılabiliyor. Bu kardeş ulusun 2005 yılında kaydedilen toplam üretimi 34,6 milyon tondu ve bu gıda olarak iç pazarda tüketildi. Brezilya dünya pazarına mısır sağlayamaz.

Birçok bölgede temel gıda maddesi olan mısır fiyatları neredeyse iki katına çıktı. Milyonlarca ton mısır biyoyakıt üretimine yönlendirilince ne olacak? Endüstrileşmiş ülkelerin yakıt olarak kullanacağı buğday, yulaf, arpa, çavdar gibi diğer tahıllardan söz etmiyorum bile.

Buna Brezilya için tahıl ile fasulye benzeri bitkileri dönüşümlü ekmenin çok zor olduğu gerçeğini ekleyin. Mısır üreten Brezilya eyaletleri arasında sekiz tanesi üretimin yüzde 80’ini sağlıyor: Paraná, Minas Gerais, Sao Paulo, Goiás, Mato Grosso, Rio Grande do Sul, Santa Catarina ve Mato Grosso do Sul. Öte yandan, başka bitkilerle dönüşümlü ekilemeyecek olan şeker kamışının yüzde 60’ı dört eyalette ekiliyor: Sao Paulo, Paraná, Pernambuco and Alagoas.

Tarımda makineleşmek için gerekli olan traktör, biçerdöver ve diğer ağır makineler artan miktarda hidrokarbon kullanıyor. Makineleşmedeki artış, son 150 yılın sıcaklık ortalamalarını ölçen uzmanların kanıtlamış olduğu küresel ısınmanın durdurulmasına yardımcı olamaz.

Brezilya özellikle çok zengin protein ihtiva eden harika bir gıda maddesi üretiyor: 50 milyon 115 bin ton soya. Bunun 23 milyon tonunu kendi tüketiyor ve 27,3 milyonu ihraç ediyor. Bu ürünün büyük bir kısmı biyoyakıt üretimi için kullanılacak olabilir mi?

Sığır üreticileri de otlatma bölgelerinin şeker kamışı tarlalarına dönüştürüldüğünden şikayet etmeye başladılar.

Brezilya eski Tarım Bakanı ve şu anki hükümetin tezlerinin önemli bir savunucusu olan Roberto Rodrigues -ve Amerika kıtasında biyokakıt kullanımını desteklemek için Latin Amerika Kalkınma Bankası (IDB) ve Florida eyaletiyle yapılan anlaşmanın ardından 2006’da kurulan Latin Amerika Etanol Komisyonu’nun eş başkanı- şeker kamışı hasadını makineleştirme programının daha çok iş yaratmayacağını ancak tersine vasıfsız iş gücü fazlası yaratacağını açıkladı.

Çeşitli eyaletlerden en yoksul işçilerin mecburen şeker kamışı işine yönelen kişiler olduklarını biliyoruz. Bazen ailelerinden uzakta birçok ay geçirmek zorunda kalıyorlar. Bu, şeker kamışının kesiminin ve taşınmasının elle yapıldığı ve makineleşmiş ekimin ve ulaşımın neredeyse olmadığı Küba’da Devrim zaferi gerçekleşene kadarki durumdu. Vahşi sistemin yıkılması, toplumumuzun şeker kamışı kesimi yapan kesimini kitleler halinde okuma yazma öğrenmeye ve birkaç yıl içinde hasat için göç etmeyi bırakmaya itti ve onların yüz binlerce gönüllü işçiyle yer değiştirmesi gerekli hale geldi.

Buna ek olarak, atmosferin sıcaklığı artmaya devam ederse Güney Amerika’da buzullardan ve Amazon su havzasından gelen sular sonucu gerçekleşeceğini ileri sürdüğü iklim değişikliğine dair Birleşmiş Milletler’in son raporu var.

Hiçbir şey ABD ve Avrupa sermayesini biyoyakıtın üretimine para yatırmaktan alıkoyamıyor. Hatta Brezilya ve Latin Amerika’ya hibe fonlar gönderdiler. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve diğer sanayileşmiş ülkeler, ilk başta Üçüncü Dünya ülkelerini etkileyecek olan iklim ve açlığın sonuçları için endişelenmeden her yıl 140 milyar dolardan fazlasını tasarruf edecekler. Daima biyoyakıt için yeterli paraları olacak ve dünya pazarlarında olan azıcık gıdayı herhangi bir fiyata alacaklar.

Sadece bütün elektrik ampullerinin değiştirilmesini değil aynı zamanda daha önceki teknolojilerde iki ya da üç kat fazla enerji tüketen bütün yerli, ticari, sanayi, ulaşım ve kamu elektrikli aletlerinin tamamiyle değiştirilmesini kapsayan acil bir enerji devrimi yapılması mecburidir.

Her yıl 10 milyar ton fosil yakıtının harcandığını düşünmek acı veriyor. Bu, her yıl doğanın bir milyon yıl harcayarak üretebildiği kadar fosil yakıtı tüketiyoruz anlamına geliyor. Ulusların sanayi sektörleri, işsizliğin azaltılması dahil korkunç zorluklarla yüzleşmiş durumda. Bu şekilde biraz zaman kazanabiliriz.

Dünyanın karşı karşıya kaldığı diğer bir risk Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ekonomik gerilemedir. Son birkaç yılda dolar rekor şekilde değer kaybetti. Diğer yandan, her ülke değiştirilebilir rezerv olarak büyük oranda bu para birimini ve ABD tahvillerini kullanıyor.

1 Mayıs bu düşünceleri işçilere ve dünyanın yoksullarına taşımak için iyi bir gün. Aynı zamanda gerçekleşmekte olan inanılmaz ve aşağılayıcı bir olayı protesto etmeliyiz: Canavar bir teröristin tam da Domuzlar Körfezi’nin Devrimci Zaferi’nin 46’ıncı yıldönümünde serbest bırakılması.

Katil İçin Hapis!

Beş Kahraman için Özgürlük!

Fidel Castro Ruz

30 Nisan 2007

(www.sol.org.tr’den alınmıştır.)


27 Şubat 2007 Salı

Yeni Bir Tüketim Ahlâkı Geliştirmeliyiz

Hayrettin Karaca

Bizler yaşamlarımızı sürdürebilmek için tüketmek zorunda olan varlıklarız. Açlığın giderilmesi, ısınma ve barınma en temel ihtiyaçlarımızdır. Bunları elde etmek için dünyanın bize cömertçe sunduğu doğal kaynaklardan yararlanırız.

Ancak, her ne kadar bu kaynaklar "sınırsız" olarak kabul edilse de, biz çevreciler aşırı tüketim sonucu bunların giderek insan yaşamını tehdit eder noktaya ulaştığını gözlemlemekteyiz. Yerküremiz bugün insanoğlunun doymak ve tükenmek bilmez ihtirası sayesinde pek çok yaşamsal sorunla karşı karşıyadır.

Bu sorunlar yumağı, küresel ısınmadan başlayarak, iklim değişikliği, doğal gen kaynaklarının yok olması, toprak aşımı, su kaynaklarının kuruması, ozon tabakasının tahribine kadar uzayıp gider. Doğal kaynaklar üzerindeki bu baskının insan hayatına yansıması ise, soluduğumuz havadan tutun da, aldığımız gıdaya kadar tüm yaşantımızı giderek daha anlamlı bir şekilde etkiler. Günümüzde bu etkilerin sonuçlarını açlık, kuraklık, yoksulluk, hastalık ve hatta savaş gibi bedellerle ödemek zorunda kalıyoruz.

İşte bugün bir sonuç olarak karşımıza çıkan tüm bu sorunların kökeninde günümüz tüketim anlayışı yatar. Ancak neden insanoğlu kendi yaşamı için mutlak olan bu ekolojik dengeleri şuursuzca tahrip etmektedir? Sorunun cevabını 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'da yeşermeye başlayan ve yeni Amerikan yaşam felsefesini vurgulayan pazarlama stratejicisi Victor Lebow'un sözlerinde açıkça bulabiliriz: "Aşırı derecede üretken olan ekonomimiz... tüketimi yaşam tarzı haline getirmemizi, malların satın alınması ve kullanılmasını bir ayine dönüştürmemizi, tüketimde manevi tatmini, egomuzun tatminini aramamızı istemektedir... Bir şeylerin artan biz hızda tüketilmesine, yakılıp bitirilmesine, yıpratılmasına, yenisiyle değiştirilmesine ve hurdaya çevrilmesine ihtiyacımız var."

İşte bugün dünyamız, adına ekonomik kalkınma dediğimiz yapay ve sonu gelmez bir hedefe varmak için, istikameti 1950'li yıllarda Amerika tarafından verilmiş, "sürekli tüketme" politikasının acısını çekmektedir. Ekonomik kalkınma yani, zengin olma hedefine ulaşmak için toplum, sürekli olarak daha çok tüketmeye doğru yönlendirilmekte ve hatta özendirilmektedir.

Çünkü ekonominin yakıtı tüketimdir. Ancak bu anlayış, doğal kaynaklar üzerinde gittikçe daha fazla baskı oluşturmakta ve ekolojik sistemi yukarıda sıralanan sorunları doğuracak ölçüde tehdit etmektedir.

İşte bu döngüyü farkına varan bizler, rotamızı ekonomik kalkınma hedefinden çıkarıp, sürdürülebilir bir yaşam anlayışına doğru yeniden belirlemeliyiz. Yeni bir paylaşım anlayışı içerisinde, kendimizin de doğal yaşam zincirinin bir parçası olduğu idrakine vararak, farklı bir tüketim ahlakı geliştirmeliyiz.

Bugün yaklaşık 1,2 milyar insan günlük 1 dolardan daha az bir gelirle yaşamak zorundadır. Başka bir çarpıcı veri ise, dünyadaki açlığın ve yetersiz beslenmenin tamamen ortadan kaldırılması için gerekli olan toplam tutar 19 milyar dolarken, makyaj malzemesine harcanan yıllık tutar 18 milyar dolar'dır. Günümüzde 1 milyar civarı insan açlıkla mücadele ederken, ABD'de kişi başına yıllık gıda harcaması 21.500 dolar seviyelerindedir ki, bu rakam toplam tüketim harcamalarının yüzde 13'üne denk düşmektedir.

Aynı tüketim Tanzanya'da yıllık 375 dolara isabet ederken, bu miktarın toplam tüketim harcamaları içindeki payı da yüzde 67'dir. Örneklerden de anlaşılıyor ki, ekonomik kalkınma sayesinde elde edilen gelir, sadece taraflardan biri lehine oluşurken, diğerinin yaşam alanını daraltmakta. Neticede asıl önemli olan ekonomik faaliyetler sonucu elde edilen hasılatın ne kadar arttığı değil, nasıl paylaşıldığıdır.

Tüketimi yönlendiren ve talep oluşumunu sağlayan en önemli araçlardan biri reklamdır. Reklam harcamalarının 2002 yılı küresel toplamı 1950 yılına oranla dokuz kat artarak 446 milyar dolara ulaşmıştır. Bu özetle şu demektir: Sonumuz yaklaşıyor! Sınırsız tüketimi ekonomik kalkınmanın temeli olarak hedef almış bir anlayış, hiç şüphesiz insanoğlunun sonunu hazırlayacaktır. İnsanların tüketim düzeyinin küresel ekosistemler üzerindeki etkisini hesaplayan ve "ekolojik ayak izi" olarak adlandırılan bir ölçüm sistemine göre, toplam tüketim düzeyimizin gezegenimizin ekolojik kapasitesini çoktan aştığını göstermektedir.

Küçük ama çarpıcı bir örnekle bunun kısaca ne anlama geldiğini belirtmek isterim. Günümüzde altın, yüzde 80 ziynet veya süs eşyası, yüzde 19 yatırım aracı ve sadece yüzde 1 oranında da endüstriyel kullanım alanı bulan bir madendir. Bu madenin çıkarılması ve işlenmesi esnasında son derece zehirli ve tahrip gücü yüksek bir madde olan siyanür kullanılır.

Bu siyanürlü atık doğada bir daha yok olmamak üzere hapis olur ve zamanla nehirlere, toprağa sızarak içme suyu rezervlerimizi ve gıda üretimi yaptığımız verimli topraklarımızı etkiler. Altın madenini çıkarma ve işleme esnasında ortaya çıkan atık miktarı o kadar yüksektir ki, kullanımını mantısız kılar. Yapılan hesaplamalar bir tek alyans için gerekli olan altın üretiminde ortaya çıkan atık miktarını yaklaşık üç ton olarak bildirmiştir. Yeni bir tüketim anlayışı geliştirmek zorundayız.

Tüketimi körüklemek bir başka deyişle doğal kaynakları sömürmek demektir. İşte bu sebepten dolayıdır ki, biz çevreciler ekonomik kalkınma yerine sürdürülebilir bir yaşam modelini hedef almaktayız. Bu anlayışın temelinde paylaşma ve gerektiği kadar tüketme yer alır. Ben buna "yeni bir tüketim ahlakı" diyorum.

Gerçek ihtiyaçlarımızı belirleyip, tüketim alışkanlıklarımızı bu çerçevede yeniden gözden geçirmeliyiz. Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya bırakmak adına bilinçli bir tüketici olmamız gerekmektedir. Vicdan sahibi kimseler olarak kendimize soralım; yeterli olması için daha ne kadarına sahip olmalıyım? Çoğu zaman göreceğiz ki, aslında hiç gerçek ihtiyaç duymamışız bile.

Unutmamak gerekir ki, olanın olmayana borcu vardır. Bu sorumluluk anlayışı içerisinde tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmenin, dünya sorunlar yumağına ivedi bir çözüm olacağı düşüncesindeyim.